BTemplates.com

Blog Arşivi

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Katkıda bulunanlar

25 Temmuz 2016 Pazartesi

HOCA AHMET YESEVİ ANISINA



Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergahına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.


Bu satırların sahibi sizin de bildiğiniz gibi; Hz. Muhammed'in 63 yaşında vefat etmesi sebebiyle altmış üç yaşına geldiğinde tekkesinin avlusunda bir çilehane hazırlatan ve ömrünün geri kalanını orada geçiren Hoca Ahmet Yesevi. İlk Türk Mutasavıflarından, Türkistanlı, Türklere islamı anlayabileceği bir dille anlatan Yesevi... Hayatını islamın çizgisinde geçiren, hoşgörü insanı, doğumundan ölümüne kadar türklere hizmet eden; devamında birçok müridinin Yesevi geleneğini devam ettirdiği islam öncüsü... Biz kendisini Fuat Köprülü'nün titiz çalışmalarıyla ögrendik.Fuat Köprülü' nün genç yaşta kaleme aldığı (2003) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar  isimli ünlü kitabıyla O'nu daha iyi tanımaya başladık. O zamana kadar ciddi bir çalışma ortaya konulmamıştı. Halihazırda herşeyi bilebileceğimiz bir çalışma günümüzde de bulunmamaktadır.

Bir insanı en iyi yazdıklarından tanıyabiliriz. Hikmetlerden oluşan Divan-ı Hikmet'i herkesin okuması gerekir.Hikmetler sadece insanlara islamı anlatabilmek için yazılmış olup, edebi amaç güdülmemiştir.Hayatı boyunca Allah aşkını, Hz. Muhammed'e olan sevgisini, insanlara örnek davranışlarını bu kaynakta net bir şekilde görüyoruz. Divan-ı Hikmet'te geçen şu satırlar Allah aşkını nasıl aradığını bize gösterir:

      Durmadan huzurunda Allah desem,
      Ağlayarak zikr edip Rabb'im desem,
      Kulu olup kulluğuna boyun sunsam,
      Bu iş ile ya Rab, seni bulur muyum?

Allah aşkını bulup da Onun dergahında yanınca şu sözler ağzından dökülmüştü:

     Aşkı değse, kavurup yandırır canı, teni;
     Aşkı değse, viran kılar ben fikrini;
     Aşk olmasa, tanımak olmaz Mevlam Seni;
     Her ne kılsan, aşık kıl sen Perverdigar.

Ve bunun gibi daha niceleri... Hoca Ahmet Yesevi'nin Türk illerinde bilinen bir menkabevisi, bize Yesevi'nin halk nezdindeki yerini gösteriyor;

 Hz. Muhammed, bir savaşta sahabesiyle birlikte aç kalır. Bu sıkıntıdan kurtulmak için de Allah'a dua ederler. Allah da cebrail vasıtasıyla cennetten bir hurma gönderir. Hurmalardan biri yere düşer ve Cebrail o zaman;

”Bu hurma Türkistan'da doğacak olan Ahmet Yesevi' nin kısmetidir” der. Hz Muhammed de hurmayı Ashap'dan olan Arslan Baba'ya verir ve zamanı geldiğinde bunu Ahmet Yesevi'ye vermesini emir buyurur:

”Benden sonra Ahmet adlı bir çocuk doğacak. O, ümmetimin seçkinlerindendir; git, onu bul ve bu hurmayı ver.”

Bu olaydan sonra uzun yıllar yaşayan Arslan Baba sonunda Türkistan'a gelerek yetim Ahmet'i bulur. Ahmet Yesevi Arslan Baba'yı görür görmez: ”Baba! Emanetim hani!” diye sorar. Baba da hayretle bunu nerden bildiğini sorunca Ahmet: ”Bunu bana Allah bildirdi” cevabını verir. Daha küçücük bir çocuk olan Ahmet'in yaşadığı bu menkabe bu günlere kadar gelir. Hoca Ahmet Yesevi'nin biz türklerdeki yeri böyleyken BM için de hoşgörünün temsili ismi. Öyle ki; BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), 2016-2017 sezonunu 'Ahmet Yesevi ve Fuat Köprülü' ilan etti. Fuat Köprülü ve Ahmet Yesevi hoşgörünün sembolü olarak anılacak.

            

24 Temmuz 2016 Pazar

ERWİN PANOFSKY'NİN GÖZÜNDEN YENİ PLATONCU HAREKET


Kökeni Platoncu Akademi'sine dayanan, Platon' a tapınma derecesinde bağlı olan bir grup, Cosimo de Medici' nin villasında Ficino' nun etrafında toplanmış ve Panofsky' nin deyimiyle "insan zihninin bu döneme dek diktiği en cesur düşünsel yapılar arasında sayılması gereken bir felsefe sisteminin parçasını" oluşturmuştur. Platon' un eserlerini Latinceye çevirip erişilebilir kılmak, bu eserleri yeni dünya kültürü ile adapte etmek ve sistemi Hıristiyan diniyle uyumlu hale getirmek amacında olan bu 'Yeni Platoncu' grup, Pagan felsefe ile Hıristiyan dinini tamamıyla birleştirmenin peşindedir. 
 Hıristiyanlık dininin temelinde yer alan insanın ruh ve bedenden oluşması fikri, Yeni Platoncu görüşte de kendine yer bulur. En önemli varlık olan insan; maddenin yapısında bulunan form olan beden ile ruhun  - 'aşağı ruh' ile 'ulu ruh' olarak ayrılır - birleşiminden oluşur.

Tanrıya ulaşmanın bir yolu olarak görülen sevgi, bu felsefi sistemin asıl eksenini oluşturur. Ficino' ya göre 'amor' tanrıdan dünyaya, dünyadan tanrıya doğru dönen akımın diğer adıdır. Ancak nihai amacın bilincine varıldığında gerçek sevgi oluşur, bu da 'güzellik sevgisi' olarak tanımlanır ve Platon' un Symposium kitabında sık sık bahsettiği üzere 'İkiz Venüs' ile sembolize edilen iki biçimde karşımıza çıkar.

'Venüs Coelestis' ya da Semavi Venüs, Uranüs' ün kızıdır ve annesi yoktur. Tamamen gayri maddi bir aleme aittir. 'Venüs Vulgaris' ya da Doğal Venüs ise Zeus ile Diane' nin kızı olup maddi dünyadaki güzelliğin temsilidir. Her iki Venüs' e de oğlu olarak kabul edilen Amor ve Eros eşlik eder. Çünkü güzelliğin her biçimi sevgiyi yaratır. İki Venüs arasındaki değer farkı oldukça değişik şekillerde yorumlanmıştır. Kimine göre Doğal Venüs de tanrının bir yansıması olarak dünyada var olduğu için değerlidir, kimine göre ise salt dünyevi alemin değersizliğini simgeler. Bu ayrım Floransa ile Venedik arasında açık bir şekilde görülür.

Floransalı Baccio Bandinelli'ye ait olan 'Cupid ile Apollon'un Kavgası' adlı gravürde solda Apollon, Zeus gibi tanrılar yer alırken sağda Cupid'in arkasında Venüs ile çıplak figürler yer alır. Bulutların üzerinde bulunan 'akıl' figürü vazo içerisindeki ateşi Apollon'a doğru uzatarak tarafını belli eder. Burada dünyasal aşkın temsilcisi olan Venüs, kanılmaması gereken 'kirli zevklerin' bir göstergesidir.

Venedikli Tiziano'da ise durum tersine döner. Figürler iyi ve kötü arasındaki zıtlığı ifade etmez; bir ilkeyi iki varoluş biçiminde ifade eder. "Kutsal Aşk ile Profan Aşk" eserinde - her ne kadar yüce olan ile yüce olmayan arasındaki tezatlık gösterilse de - her iki Venüs de değerlidir. Daha önce giyinik olarak tasvir edilen 'değerli olan' yani 'Semavi Venüs' artık çıplaktır. Çıplaklık; masumiyetinin temsilidir, dünyadaki tüm gereksiz maddelerden kurtulmuştur. Elinde semavi ateşin yer aldığı vazo bulunur. Arkasında doğurganlık sembolü tavşanın yer aldığı, giyinik, seyirciye bakan figür ise Doğal Venüs'tür. Tanrının dünyaya yansıyan güzelliğini simgeler, değerlidir. Bu iki karşıt figürün ortasında Cupid'in, lahitin içindeki suyu karıştırması, kozmik bir karışım ilkesi olan sevginin yer ile gök arasındaki aracı işlevini gösterir.


26 Nisan 2014 Cumartesi

Resim Teknikleri


 Mozaik:

Antik Roma'da ortaya çıkan, küçük boyutlu renkli parçacıkların bir düzlem üzerine bitişik olarak yerleştirilmesiyle gerçekleşen resim tekniğidir. Bizans ve Rönesans öncesi dönemin İtalya'sında yaygın olarak kullanılmıştır.



 Santa Maria Trastevere

ayasofya müzesi


Fresk:


Yaş sıva üzerine suda çözülmüş boya pigmentleri kullanılarak yapılan duvar resmidir. Kuru sıva üzerine de yapılır ancak ‘kuru fresk’ olarak adlandırılan bu türü daha dayanıksızdır.

sistine şapeli

Tempera:


Boya maddesini yumurta akıyla karıştırılması sonucu elde edilen boya türüdür. Daha çok batıda görülür. 15. y.y. da yağlı boya resmin gelişmesiyle ortadan kalkmıştır.

Fra Angelico, Sacra Conversazione, 1435

Yağlı Boya:

Boya maddelerinin kuruyan yağlar ve bazı dolgu maddeleriyle karıştırılması sonucu elde edilir. En uzun süre sağlam kalan tekniklerden biridir.

Jan van Eyck, Arnolfini Evliliği

Gravür:

Ahşap ya da metal baskı levhalarıyla çeşitli kazıresim teknikleri kullanılarak gerçekleştirilip çoğaltılmış her tür sanatsal ürün.